Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, dünyada her yıl 2 milyondan fazla kadına meme kanseri tanısı konuyor. Kadınlarda en sık görülen kanser türü olmasının yanı sıra, erken teşhis edildiğinde tamamen tedavi edilebilir bir hastalık haline geldi.
Ekim ayı, tüm dünyada “Meme Kanseri Farkındalık Ayı” olarak kabul ediliyor. Bu kapsamda Acıbadem Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu (SHMYO), gelenekselleşen “Pembeyle Fark Yarat!” etkinliğinin bu yıl sekizincisini düzenledi.
Etkinlikte konuşan Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Erkin Arıbal, erken tanı, gelişmiş görüntüleme teknikleri ve kişiye özel tedavilerin meme kanseriyle mücadeledeki rolünü çarpıcı verilerle anlattı:
“Artık meme kanseri ölümcül değil; erken tanı ve akıllı tedavilerle kontrol altına alınabilen bir hastalık haline geldi. Radyoloji teknolojilerindeki gelişmeler bu alanda adeta devrim yarattı.”
Radyolojide devrim: Görüntüleme artık dört boyutlu
Meme kanseriyle mücadelede en önemli silah, erken tanı. Bunun da merkezinde gelişmiş görüntüleme teknolojileri yer alıyor.
Prof. Dr. Arıbal, 1900’lü yıllarda meme kanserinin kadınlar için korkunç bir hastalık olduğunu, çünkü ne erken tanı konabildiğini ne de etkili bir tedavi uygulanabildiğini hatırlatarak şöyle diyor:
“Bugün geldiğimiz noktada 3 boyutlu mamografi, kontrastlı mamografi, MR ve hatta 4 boyutlu ultrasonografi gibi yöntemlerle milimetrik tümörleri bile saptayabiliyoruz. Bu, hastalığın seyrini tamamen değiştiriyor.”
Farkındalık kampanyalarıyla ölüm oranı %40 azaldı
Dünyada, özellikle gelişmiş ülkelerde yürütülen farkındalık çalışmaları ve mamografi taramaları sayesinde son 40 yılda meme kanserine bağlı ölümlerde %40 oranında azalma sağlandı.
Erken tanı sadece yaşam süresini uzatmıyor; aynı zamanda daha az agresif tedavilerle, daha kısa sürede iyileşme şansı sunuyor.
Prof. Dr. Arıbal, “Erken tanı, yaşam kalitesini korumanın da anahtarıdır,” diyerek bunun bir alışkanlığa dönüşmesi gerektiğini vurguluyor.
Türkiye’de tablo değişiyor: Artık tanı daha erken konuyor
Türkiye’de her 8 kadından 1’i yaşamı boyunca meme kanseri riski taşıyor.
Her yıl 25 binin üzerinde yeni vaka tanı alıyor. Üstelik Türkiye’de tanı yaşı, Batı ülkelerine göre ortalama 10 yıl daha erken; vakaların yaklaşık %40’ı 40–49 yaş aralığında görülüyor.
Bu nedenle Türkiye’de mamografi taramaları 40 yaşında başlıyor.
Son yıllarda yürütülen ulusal tarama programları sayesinde erken tanı oranı hızla yükseldi.
Prof. Dr. Arıbal şöyle anlatıyor:
“10 yıl önce hastaların büyük bölümü ileri evrede başvuruyordu. Bugünse olguların %70’inden fazlası erken evrede saptanıyor. Bu da tedavi başarısını dramatik biçimde artırıyor. Kadınlar utanmamalı, çekinmemeli. Meme kontrolü bir utanma değil, yaşam alışkanlığı olmalı.”
Kendi vücudunu tanımak, farkındalığın ilk adımı
Her kadının kendi kendine meme muayenesi yapmayı öğrenmesinin önemine değinen Arıbal, bu yöntemin tek başına yeterli olmasa da farkındalığı artırdığını belirtiyor:
“Kendi kendine muayene tümörü erken saptamak açısından sınırlı ama çok değerli. Kadınların bedenini tanımasını, bir değişikliği fark edip doktora gitmesini sağlar. Asıl önemli olan, yıllık mamografi ve hekim kontrolünü ihmal etmemektir.”
Kişiye özel tarama dönemi: Risk haritalarıyla erken tanı stratejisi
Günümüzde her kadının meme yapısı ve risk profili farklı olduğu için tarama protokolleri de kişiselleştiriliyor.
Prof. Dr. Arıbal, bu konuda dikkat çekici bilgiler paylaşıyor:
“Ailede anne, kız kardeş veya baba tarafında bile prostat kanseri öyküsü varsa risk artıyor. Genetik yatkınlığı olan kadınlarda taramaya 25 yaşında başlanmalı. Annesine 35 yaşında meme kanseri tanısı konmuş bir kadının taramaya 25 yaşında başlaması gerekir yani annesinin tanı yaşından 10 yıl önce. Bu şekilde risk haritaları çıkarıyor, kişiye özel tarama programları oluşturuyoruz.”
Mamografi korkusu: Bir efsane mi, yoksa bilgi eksikliği mi?
Bazı kadınların mamografiden “radyasyon” endişesiyle uzak durduğunu hatırlatan Prof. Dr. Arıbal, bu kaygının yersiz olduğunu vurguluyor:
“Mamografiyle alınan radyasyon dozu, bir uçak yolculuğunda alınandan bile az. Kimse ‘uçağa binme’ demiyor ama mamografiden korkuluyor. Bu yanlış algıyı geride bırakmalıyız. Mamografi, erken tanının en güvenilir aracıdır.”
Tanıda doğruluk, tedavide başarıyı getiriyor
Meme kanseri tanısı konulduktan sonra izlenecek adımların da en az tanı kadar önemli olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Arıbal:
“Asla biyopsi yapılmadan ameliyat yapılmamalı. Biyopsi, lokal anestezi altında kısa sürede tamamlanan, son derece güvenli bir işlemdir. Tümörün tipi, evresi ve tedaviye vereceği yanıt ancak biyopsiyle anlaşılır. Artık biyopsisiz ameliyat, dünya tıp literatüründe kabul görmüyor.”
Akıllı tedaviler, estetik koruma ve umut dolu bir gelecek
Bugün meme kanseri tedavilerinde de paradigmanın tamamen değiştiğini belirten Prof. Dr. Arıbal, “1980’lerde meme dokusunun tamamı alınırken, artık çoğu vakada sadece tümör çıkarılıyor” diyor.
Modern cerrahi tekniklerle meme dokusu korunabiliyor, rekonstrüksiyon (yeniden yapılandırma) yöntemleriyle estetik görünüm sürdürülüyor.
Akıllı ilaçlar yalnızca tümör hücrelerine etki ederken, sağlıklı dokular korunuyor.
Radyoterapi artık sadece hedef bölgeye yönlendiriliyor, yan etkiler minimuma iniyor.
“Bugün elimizde hem daha etkili hem de hastalarımızın yaşam kalitesini koruyan tedavi seçenekleri var. Bu, tıbbın geldiği en umut verici noktalardan biri,” diyor Arıbal.